25 Mayıs 2014 Pazar

Hint Müziği ve Çalgıları

HİNDİSTAN'DA MÜZİK

Hint müziğinin tarihçesi binyıllar ötesine, Veda devrine kadar geri gider. Pek çok Hint ilahisi melodilerle okunarak günümüze dek taşınmıştır. Samaveda "Melodi Bilgisi" dir ve Rigveda ilahilerinin nasıl okunacağını gösterir.

En eski "Müzik ve Dans Bilgisi" kitabı, Gandharva Vedalardır. Eserin yazarı olarak Muni Bharata gösterilir ve mitolojideki göksel şair ve müzisyenlerin adı olan Gandharvaların ismini taşır. Gene yazarı olarak Bharata gösterilen Natyaşastra da, yaklaşık 3 .yüzyıla tarihlendirilen ünlü bir dans, müzik ve dram eseridir.

Hint geleneğinde müziğin büyük önemi vardır. Dinsel duaları okumada gösterilen disiplin, müziğin gelişmesine yaramıştır. Zamanla insanların duyguları, yerel kültürlerin karışımı ile müziği zenginleştirmiştir. Hint müziği birçok ölçü, renk ve melodi kazandı. Hint notalarının isimleri şöyledir;
SAGAMAPADHASA
doremifasollasido

Raga "renk" anlamına gelen bir sözcüktür. Müzikal anlamda ise "nota, armoni, melodi" anlamlarına gelir. Biz bu sözcüğü "melodi" veya "makam" anlamında kullanıyoruz. Bharata, altı tane raga saymaktadır. Bhairava, Kauşika, Hindola, Dipaka, Şri-raga, Megha. Her biri ayrı bir heyecanı yansıtır. Bazı yazarlar yedi, bazıları 26 tane raga sayarlar. Bunları kişileştirip 6 ragayı 5-6 dişi raga, yani Ragin ile birleştirip yeni yeni müzikal tonlar elde ederler. Her raga, gündüzün veya gecenin bir zamanıyla ilgili ve uyumludur. Mevsimlere uygun ragalar da vardır. Tala sözcüğü ise "müzik ölçüsü, ritim" anlamlarına gelir. Bazı önemli ragalar şunlardır:
Bilaval
(hareketli, neşeli)
Lalit
(berrak, duygulu sabah melodisi)
Todi
(yumuşak sabah ragası)
Sarang
(günortası ragası)
Bhup
(yumuşak aksam ragası)
Des
(aşk dolu gece ragası)
Malkauns
(gece yarısı ragası)
Bhairavi
(şafak sökerken, bazen de geniş anlamlı)
Megh Malhar
(yağmur ve gökgürültüsünü betimler)
Dipak
(şimdi kullanılmıyor, kullananın öldüğüne inanılmıştır)

MÜZİK ALETLERİ 

Şankha (Denizkabuğu borusu): Bu, binlerce yıl öncesinden beri kullanılan bir alettir. Bildiğimiz deniz kabuğudur. Üflenince güçlü bir ses çıkarır. Savaşlarda düşmanı korkutmak ve haberleşmek için kullanılırdı. Dinsel seramonilerin başlangıç ve bitişinde öttürülür. Bhagavadgita'da Arcuna ve kardeşleri savaştan önce bir Şankha öttürürler. Herbirinin şankhasının özel bir adı da vardır.

Dholak (Davul): İki yanından da çalınır. Boyuna asılır, bele bağlanır ve kucakta tutulur. Hindistan'ın her yerinde kullanılan popüler bir çalgıdır. Yüzlerce çeşidi vardır. Bölgeden bölgeye biçimi değişir. Bengal'de devasa boyuttadır ve "dhak" denir. Tanrı Şiva'nın Tandava dansını yaparken çaldığı ise "damaru"dur.



Bansuri (Flüt): İki tiptir, yan olanı daha popülerdir. Yerel halk müziği ve klasik müzikte rahatlıkla kullanılabilir.

Harmonium: Bir kutu içinde bulunan, Piyano tuşları gibi beyaz-siyah tuşlardan oluşan ve arkasındaki körüğün bastığı hava ile ses çıkaran bir müzik aletidir. Akorda gerek yoktur, tekdüze yumuşak bir ses çıkarır. Müzisyenler tarafindan sıklıkla kullanılır.


Sarangi: Yayla çalınan telli bir halk sazıdır. Bununla büyük konserler verilir. Konser tipi olan alet, 60 cm. uzunluğunda tahtadan bir parçadan oluşur. Çukur yeri genişçedir, aşağı kısma doğru biraz daralır. Dört telli, kirişli bir alettir. Parmakları tellere bastırıp yayı teller üstünde gezdirerek çalınır. Kuzey Hindistan'da bu sazın yüzlerce halk tipi çeşitlemeleri vardır.

Sarod: Tahta gövdeli bir tür lavtadır. Sap kısmı çelik kaplamadır. Dört ana, dört yardımcı telden ve bir düzine titreştiriciden oluşur. Orta Asya'daki ud'un geliştirilmesiyle oluşturulduğu söylenir. Üstad Amcad Ali Han bir sarod üstadıdır.



Şehnai: Uflenen yerden aşağı doğru genişleyerek inen nefesli bir sazdır. Bu müzik aletinin birçok tipi ve adı bulunur. Orta Asya'lı zurna ile akrabalığı vardır. Klasik konserlerde sıkça kullanılır. En ünlü ustalarından biri üstad Bismillah Han'dır.

Sitar: Sukabağı gibi gövdeli, uzun saplı bir tür lavtadır. Sapın üzerinde dışbükey pirinç perdeler bulunur ve bazı sitarlarda bu istenilen şekle göre ayarlanabilir. Beş ana metal teli vardır. Bunlardan başka, ikisi pes, onbir veya onyedisi tiz olmak üzere başka teller de bulunur. Çok tanınan ve konserlerde sıkça kullanılan bir müzik aletidir. En büyük üstadı Pandit Ravi Şankar'dır.


Tabla: İki parçadan oluşan bir vurmalı çalgıdır. Küçük parçaya tabla diğerine ise dagga adı verilir; ama genellikle ikisine birden Tabla denir. Dagga tahtadan yapılır, tabla ise metaldir. Her ikisinin üzerleri deri kaplıdır. Tabla sağ el ile, dagga sol el ile çalınır. Büyük olandan pes sesler de çıkartilabilir. En büyük tabla üstatları olarak Alla Rakha, Zakir Hüseyin sayılabilir.

Tanpura: Dört telli, uzun saplı, balkabağı gövdeli bir müzik aletidir. Bu gövde, yıllar süren bir kurutma işlemiyle elde edilir. Teller metaliktir. Alet genelde diğer müzik enstrümanlarının arkasında bir fon olarak kullanılır. Güney Hindistan'da balkabağı yerine tahta kullanılır.


Vina: Sitar gibi çok popüler olan telli çalgılardan biri de Vina'dır. Birçok çeşidi vardır. En çok bilineni, Sarasvati Vina denilen çeşididir. Sarasvati, bilgelik, eğitim ve güzel söz söyleme tanrıçasıdır ve elinde Vina ile resmedilir. Uzun bir sapın her iki ucunda da su kabağı vardır. Sap, bitim yerinde U biçiminde kıvrılır. Teller sapın üstünde yer alır. Bazı Vinaları çalmak için, kuş yumurtası gibi traşlanmış, oval parlak bir taş kullanılır.

kaynak:
http://www.hindoloji.com/

13 Mayıs 2014 Salı

David Carson: Sınır Sevmeyen Adam

   




   Grafik tasarım tarihinin en yenilikçi ve enerjik tasarımcılarından olan David Carson, deneysel tipografik kullanımı ve imajlarla bezenmiş tasarımlarıyla 1990’lı yıllara damgasını vurmuştur. Onu tanımlarken sadece tasarımcı demek sanırım Carson'a az kalır. Zira tipografi ve imajların dünyasından sörfe, müzikten yönetmenliğe birçok alanda ürün vermiş ve vermeye devam ediyor. Carson’un çalışmalarında kullandığı sınırsız düşünebilme ve olağanüstü matematiksel düzenlemelerin renk bütünlüğüyle birlikteliği günümüzün tasarım anlayışındaki farklı yönelimlerin başlangıcını oluşmasında önemli bir adım olmuştur.

   Tasarım tarihinde kabul gören tasarım anlayışlarının içerisinden geçilen dönemlerden farklı olmasını, 'bağımsız düşünmek' söylemi ile karşılamak havada kalacaktır. Carson’un 90’lı yıllarda yaptığı calışmalar günümüzde de kabul görüyor.   
                                                           
      Ancak sanayi öncesi dönem ya da sanayileşme döneminde öne çıkan figüratif gerçekçilik, tasarımda anlatılmak isteneni doğrudan anlatma gibi bir çabanın içerisine girildiğinin görtergesi. Polonya Afiş sanatı, İsviçre ekolü, Bahaus ve 1980’lerin kaotik dönüm noktaları tasarımcıları da benzer şekillerde yönlendirdi.

   Bu ifadeleri bir sistem içerisinde düşünürsek tasarım farklılıklarının yaşadığımız hayatla doğrudan bir ilişkisi olduğunu sonucuna da kolayca ulaşırız. Modernist dönem ve Postmodern dönemleri iki başlık altında ele alırsak Postmodern dönemin Carson’un çalışmalarına da yansıdığını söyleyebiliriz. Bu da sanatçıların algılarının dönemin koşullarına göre şekillendiğinin bir kanıtı olduğu sonucuna ulaşmamızda bize yardımcı oluyor. 

      David Carson 1952 yılında Texas’ta dünyaya geldi. Kısa bir süre sonra ailesiyle beraber Newyork’a gittiğinde henüz dört yaşındaydı. Hayatının büyük bir kısmı seyahatlerde geçen Carson, sanatsal çalışmalarına ilk adımı Newyork’ta attı. Şimdi iki tasarım stüdyosu olan Carson çalışmalarını Charleston ve, Güney Carolina'daki stüdyolarında sürdürüyor. Babasının işi nedeniyle dünyanın birçok yerini görme şansını elde eden sanatçı, sanat hayatında tarzını etkileyecek deneyimler yaşamış gittiği yerlerde.  Ancak hayatını değiştiren en önemli unsur Arizona da aldığı iki haftalık grafik tasarım kursu olmuş. Bu kurs grafik tasarım konusunda onu harekete geçiren en önemli dönüm noktası. Kurs bittiğinde Oregon College of Commercial Art’a kaydını yaptırmış usta tasarımcı. Tasarım serüveni de böylece başlamış oluyor.

Yeni Dalga anlayışının en büyük temsilcilerinden biri haline gelen, hatta bu tanımın oluşma sebeplerinden biri sayılan Carson, özellikle kurallar tabusunu yıkmak konusunda oldukça deneyseldir. Bu durum Yeni Dalga'nın özünde yatan olmazsa olmazdır. 










Son olarak kendi ağzından, kısa ve durumu özetleyen bir röportaj-
dan bir kesit:
Bu alanda resmi bir eğitim almadım. O yüzden yapmamam gereken şeyleri de hiç öğrenmedim. Yalnızca aklıma yatan şeyleri yaptım. Aslında sadece deneme yapıyordum. O yüzden, insanlar kızmaya başladıklarında nedenini gerçekten anlamadım. ‘Ne olmuş ki?’ diyordum. ‘Neden bahsediyorsunuz?’. Yıllar sonra birisi bana durumu –benim açıklayabileceğimden daha iyi bir şekilde açıkladı: Temel olarak, bir şeyleri düzene sokmak için çokça vakit harcayan, bir tür sisteme sahip olan insanlar vardı ve benim gelip herşeyi pencereden aşağı attımı düşünmüşlerdi. Öyle yapmış olabilirim ancak ne başlangıç noktam ne de amacım buydu. Modernizm’in terimlerini falan çok sonra öğrendim.
Raygun dergisinde çok farklı şeyler denerdik. Gerçekten farklı bir dergiydi. Çoğu zaman tutar, çoğu zaman da tutmazdı. Ortada hep hatalar vardı insanların üzerine makale yazabilmeleri için:’Neden siyah kelimenin siyahla üstünü çizmişim?’ diye. Ben bir kanıt göremiyorum.



Kaynak
Gary Huswit - Helvetica 2007 belgesel
www.photoshopmagazin.com

Geleneksel Japon Giyim Kültürü


      Yazılı tarihte Japonya’nın adı ilk olarak 1. yüzyıldan kalma Çin metinlerinde geçer. Japonya’nın tarihi dış dünyadan etkilenmiş olup; uzun yıllar boyunca tecrit edilmesiyle şekillenmiştir. Günümüzdeki Japon kültürü dış etkiler ile iç gelişmelerin bir karışımından oluşmaktadır. İçerisinde pek çok kültürü barındıran Japonya, kimonoları, giyim kültürü ve halkının yaşam tarzıyla da dünyanın ilgisini çeken bir ülke olmuştur. Japon kültürü içerisinde şüphesiz çok önemli bir yere sahip olan “Kimono” geçmişten günümüze gelen geleneksel bir Japon giysisidir.  Kimono giyen Japonlar adeta sihirli çubukla büyülenmişcesine estetik ve kibar davranışlar sergilerler. Giyilen kimononun hakkını vermek istercesine tüm Japonlar resmi törenlerinde ve kutlamalarında oldukça ağır tavırlarla, dingin bir ruh hali sergilerler. Doğayı seven ve sağlıklı yaşama bir hayli önem veren Japonlar’ın yaşam tarzları birbirine çok benzemektedir. Geleneklerine bağlı Japonlar için giyim kültürü de anneden-kıza, babadan-oğula geçmektedir.

      Uzun bir dışa kapalılık döneminin ardından  Japonya’da 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan batılılaşma çabaları, halkın kıyafetine de yansımıştır. Bugünkü batılı giyim tarzı, bu sürecin sonucudur. Ancak Japonlar batılılaşma ile birlikte gelenekleri yaşatma, hatta geliştirme çabasını bir an olsun bırakmamışlardır. Bu çerçevede insanlar özel günlerde geleneksel kıyafet olan kimono giymeyi ihmal etmezler. Kimono vücudu saran ve belde geniş bir kuşakla (obi) bağlanan geleneksel ve dünyaca ünlü bir Japon giysisidir. Kimono kelimesi Japonca “kiru=giyilen eşya” ve “mono=şey” kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiştir. Aslında tüm giysi çeşitleri için kullanılan kimono sözcüğü sonradan kadın, erkek ve çocuklar tarafından giyilen uzun giysiyi tanımlamak için kullanılan bir kelime olmuştur.

       Kimono 5 yy.’dan itibaren Çin ile Japonya arasında başlayan yoğun kültürel ilişkiler sırasında Çinliler’den etkilenme yoluyla ortaya çıkmıştır. Kimono, “kosode=küçük kol” adı verilen ve iç çamaşırı niyetine kullanılan giysiden türemiştir. Modern kimono Japonya’nın Heian döneminde (794–1192) günümüzdeki şeklini almaya başlamıştır. Kimono gerçek adını ise 18. yy.’da almıştır. Halen kullanılan kimonolar, Japonya’yı ziyarete gelen turistlerin de ilgisini çekmekte ve kısa süreli de olsa ziyaretçiler kimonoyu gerçek anlamda giyme fırsatı bulmaktadırlar.

Teknik Açıdan Kimono
      
       Kimono T şeklinde, kişinin ayak bileğine kadar uzanan düz hatlı, yakalı ve uzun kollu bir giysidir. Kollar özellikle bileklerde çok geniştir ve bu genişlik yaklaşık yarım metreye kadar varır.
Geleneksel olarak tüm kadın kimonoları tek bedendir. Kimono giyenler, kendi bedenlerine uydurabilmek için kumaşı katlayarak vücutlarına sararlar. Kimono tek bir kimono kumaşı topundan üretilir. Kumaş topları standart boyutlarda üretilir ve kumaşın tamamı tek bir kimono yapmak için kullanılır. Tüm geleneksel kimonolar elde dikilir ve hatta kimono kumaşları da genellikle elde dokunup bezenir. Kimono kumaşı üretilirken, pirinç kolası ile yapılan yüzen boya koruma tekniği, shibori ve el ile boyama teknikleri kullanılır.

      Geçmişte kimonolar yıkanmak için tamamen sökülür, sonra tekrar dikilirmiş. Modern kumaşlar ve temizleme yöntemleri artık bu durumlara ortadan kaldırsa da, geleneksel kimono temizliği hâlâ uygulanmaktadır. Kimonoyu saklamak amacıyla bazen dış hatlara teyelleme yapılır; böylece buruşup kırışması önlenir ve kimononun katları düzgün şekilde korunmuş olur.

Kimonoyu Kimler, Ne Zaman Giyer

           Yeni yıl kutlamalarında, evlilik gibi özel günlerde, bayramlarda ya da mezuniyet günlerinde genç, yaşlı, kadın, erkek Japonlar çoğunlukla kimono giyer. Evlilik ve benzeri resmi törenlerde, damatla gelin siyah kimonolar giyerek sorguçlarını takarlar. Erkekler kimonolarının üzerine çok geniş paçalı pantolonlar (hakama) ve bol ceketler (haori) giyerler. Shiromuku düğünler için geline özel tasarlanmış beyaz renkli, çok kalın kumaşlı ve saç tokasına sahip ayrı bir kimono türüdür. Ölüm törenlerinde ise siyah kimonolar giyilir.

             Gündelik hayatta kadınlar kimonolarını özellikle geleneksel çay ve ikebana törenlerinde giyerler. Genç kızlar ise furisode olarak adlandırılan çok renkli, kolları diğer kimonolara göre daha uzun, parlak obi(kemer)ye sahip olan kimonoları giymektedir. Fabrikalarda üretilen ve basit geometrik şekillere sahip, günlük hayat içerisinde sık kullanılan kimonolara Edo komon ismi verilmiştir.

           Kimonoların renk, kumaş ve stil ile obi gibi aksesuarları zaman içerisinde çeşitlilik göstermiştir. Değişik kullanım yerleri için çok resmiden gündelik kullanıma çeşitli kimonolar vardır. Bir kadın kimonosunun resmiyet derecesini genellikle kumaşın cinsi, deseni ile rengi belirler. Genç kadınların kimonosu daha uzun kollu olur ve  işlemeleri daha fazladır. Erkek kimonoları genellikle tek bir stile sahiptir ve genellikle aşırıya kaçmayan renklerde olur. Resmiyet derecesi aynı zamanda aksesuarların tipi, rengi, kumaşın cinsi, kamonun (aile arması) sayısıyla belirlenir. İpek en çok arzulanan ve en formal kumaştır. Pamuk gündelik kimonolarda kullanılır. Günümüzde polyester kimonolar da gündelik amaçlı kullanılmaktadır.